Eğıtıme adanan bır ömür
Şimdiye kadar hafızalarımızda yer edinmiş nice cumalara, nice cenaze namazlarına mekan olmuş bu camiin avlusu, bir Necip Fazıl, bir de Turgut Özal'ın cenazesinde dolmuştu. Musalla taşı belki nice yiğitleri ağırladı ama hiç birinin cenaze merasimi 15 Mart Cuma günkü kadar görkemli olmadı. Herkese sıradan bir cuma ve sıradan bir cenaze namazı gibi görünüyordu. Öyle ya, ne Turgut Özal gibi bir cumhurbaşkanı, ne de Necip Fazıl gibi tanınmış bir şairdi vefat eden.
Ama mahşeri hatırlatan kalabalık ve göz pınarlarından dökülen gözyaşları hiç de öyle olmadığının ilk işaretlerini veriyordu. Ölen ne tanınmış bir siyasetçi, ne de çok sevilen bir sanatçıydı. O, hayatını ve tüm varlığını Hakk'ın hizmetine bahşetmiş Aydınlı Hacı Kemal Erimez'di...
Hizmetle dolu bir ömür
Sevenlerinin "Hacı Kemal Ağabeyi" 22 Nisan 1926 yılında Samsun'un Havza ilçesinde dünyaya gelir. Ama, hayatının büyük bir kısmını Ege'de geçirir. Ege Bölgesi'nde geçen hayatının ilk yılları, daha sonraları kök salacak olan hizmetin ilk tohumlarının atıldığı dönemlerdir. Kabına sığmayan bir insan olan Kemal Erimez gençlik yıllarında Ege Bölgesi'nde deve güreşleri tertip eder. Aydınİncirliova'da ilk defa mehter takımını kurar. Sevincinden mehterin ilk gösterisinin yapıldığı gün de mehterin en önünde kendisi yürür. İçinde milletine, yurduna ve dahası inancına olan hizmet aşkıyla kavrulan Hacı Ağabey'i nerede hayır işi varsa orada görmek mümkündür o dönemler.
Erimez, onda eriyeceği bir öğretici, yol gösterici, milletine ve dinine hizmette "tavsiyelerini, hatta imâlarını emir telakki edeceği" birini aramaya ta o zamanlar başlamıştır. İlk zamanlar Konyalı Tahir Büyükkörükçü Hocaefendi ile başlayan münasebetleri, daha sonraları Edirne'den İzmir Kestanepazarı'na tayini çıkan Yaşar Tunagür Hocaefendi ile devam eder. Hâli vakti yerinde olmasına rağmen dünya malına aldırmaksızın Tunagür Hoca ile birlikte hayır işlerine koşturur, bir dediğini iki etmez; Tunagür Hoca'nın vaazlarını yanında hiç eksik etmediği teyibi ile kaydeder; daha sonra onları çoğaltarak civar kasabalara dağıtırdı.
Gözyaşıyla coşmak...
Aydınlı Hacı Kemal zengindi, yedi sülalesine yetecek zeytinlikleri, elmas madeni vardı. Türkiye'nin nabzını ve siyasetini elinde tutan insanlara çok yakındı. Adnan Menderes'i karşılamak için kamyonlara insanları doldurur götürürdü. Başbakan Demirel Aydın'a geldiğinde doğru Hacı Kemal'in evine gider, orada ağırlanırdı. O, çevre insanının isteklerini Ankara'ya taşıyan kişiydi. Kimseye açıklamadı, çünkü kendisinden övgüyle sözedilmesi onu sıkıyordu. Büyük ihtimalle siyasete girmeyi teklif etmişti Demirel ona, evinde misafir kaldığı bir gün.. veya Menderes. Bütün bunları es geçti Hacı Kemal. Kendi taşralı muhayyilesinden hareketle, bu millette eksik olan bir şeylerin bulunduğunu seziyor, adını koyamıyordu. Ta ki, onda çok ama çok şey bulduğu genç Fethullah Gülen'le karşılaşana kadar.. "Hacı Kemal Ağabey" Fethullah Gülen Hocaefendi gibi bir kılavuzun işaretleriyle coştukça coştu. Anadolu karış karış oldu Erimez'in ayaklarının altında. Yanında başka Hacı Kemaller de yok değildi. Yetmedi. "Eğitim, ille eğitim" diyen ve tarihi bir restorasyon için reçeteyi veren "hocasının" gözyaşlarını kendine enerji yapıp bu defa bilmediği, tanımadığı Orta Asya'ya koştu...
İnsanların aydınlatılmasının yolunun eğitimden geçtiğine inanan, fakat bunu gerçekleştirmek için paranın yetmeyeceğini kendi üzerinde tecrübeyle anlayan Erimez'i tabiri caizse ateşleyecek birilerine ihtiyaç vardı. Hayatının büyük bir dilimini beraber geçirdiği Yaşar Tunagür Hoca, "Hacı Kemal Ağabey"deki fedakarlık ve hizmet potansiyelini ilk keşfedenlerdendi. Tunagür Hoca, hizmet etmek isteyen fakat ne yapacağını tam bilemeyen Erimez'e destek verir; bir okul yaptırmak için onu teşvik eder: "Bir gün otururken bir fikrim var dedim. Beni can kulağıyla dinlemeye başladı. Bak dedim, herkesten cami yapmak için, imam hatip okulu açmak için para toplayabilirsin. Ama gel biz bu sefer kolej yapmak için para toplayalım dedim. Hiç zaman kaybetmeden işe koyuldu"
Bu arada Ankara'ya Diyanet İşleri Başkanlığı yardımcılığına tayini çıkan Yaşar Tunagür Hoca Kestanepazarı'ndaki görevini Edirne'de imamlık yapan Fetullah Gülen Hocaefendi'ye devreder. Gerçi Hacı Kemal'in bütün dindarlara, din adamlarına büyük sevgi ve saygısı vardır ama, Edirne'den gelen bu genç çok geniş ufukludur. İmama yakınlığı, kısa zamanda bağlılık halini alır. Fethullah Gülen'den daha yaşlı olmasına rağmen, onun söylediklerini emir bilmeye başlar. Fethullah Gülen Hocaefendi'yle tanıştıktan sonra hayatı tamamen değişen Erimez için kader birliği ettiği "hocasının" yanında son nefesine kadar sürecek bir hizmet koşusu, bir eğitim, aydınlatma maratonu başlayacaktır. O, Hocaefendi'den gelen işaretleri, hatta imaları emir telakki eder; gücü nisbetinde bunları yerine getirmeye çalışırdı. Hocaefendi'nin eğitime karşı olan hassasiyeti Hacı Kemal'de de neşet etmişti.
İlk olarak, bin kişinin bir araya gelip yaptırdığı İzmir Fatih Koleji vücut bulur. Bu okul daha sonra dünyanın en zeki ve şampiyon öğrencilerini yetiştirecek Yamanlar Koleji'ne de temel olacaktır. Yamanlar Koleji'nin açılması için de Hacı Kemal Erimez'in büyük maddi ve manevi emeği geçti.
Fatih'in harcındaki emek
En büyük özelliklerinden biri muhacir olmasıydı. Kader, kendi evine dahi yılın sadece belirli dönemlerinde uğrayan Hacı Ağabey'i, bir dönem çağ açıp çağ kapayan İstanbul fatihinin mekanına getirir. "Hocam" dediği, yanında konuşmaya bile çekindiği Fethullah Gülen Hocaefendi'nin belki laf arasında geçirdiği bir kelimeden, belki bir imadan hareketle İstanbul'a gelir. "Hocası" işaret etmiştir, artık hizmet yeri İstanbul'dur. Başka yolu yoktur bu işin. Takvimler 1982'nin Mart ayını gösterirken, İstanbul'un Fatih semtinde bulunan ve daha sonraları fizik, kimya, biyoloji, matematik dallarında dünya şampiyonları çıkartacak olan Fatih Koleji'nin ilk binası kiralanır. Okulda müdürden başka ne bir idareci, ne bir memur, ne de bir hizmetli mevcuttur. Sınıfların kapıları harap, camları kırık, duvarları çok kirli ve boyasızdır. İşte Hacı Kemal Ağabey böyle bir ortamda bir kaç ay öncesinden kolları sıvar ve büyük bir azim ve kararlılıkla okulu öğretim yılına yetiştirmeye çalışır. O tarihlerde yaşı altmışa dayanmıştır. Ayrıca şekeri, prostatı ve kalbinden rahatsızlığı vardır. Hâlinden de asla şikayetçi olmayan Erimez, günde üç beş saatlik uykuyla yetinerek gece gündüz demeden büyük bir heyecan, aşk ve şevkle, gerektiğinde tamirat ve tadilat işlerinde bizzat çalışarak, kesinlikle yetişmez denilen okulu öğretim yılına yetiştirir. Özel Fatih Erkek Koleji'nin harcına onun alın teri ve gözyaşı karışmıştır.
Büyük gayretleri neticesinde yapılan okulun açılışında gözyaşını tutamayan Hacı Kemal, öğrenciler İstiklal Marşı'nı okurken hıçkırıklara boğulur. O dönem okul müdürlüğü görevini yapan Uğur Öztaş, okulun çok kısa sürede yapılıp öğretime açılmasını akıl almaz bir iş olarak yorumluyor: "Okul o derece ihmal edilmişti ki, 1981/82 döneminde koca okula 15 öğrenci kayıt yaptırmıştı. Biz görevimize başladığımızda okulda 80 civarında öğrenci vardı. Bu öğrencilerin yarıdan fazlası ikmale kalmışlardı. Bir kaçı hariç tamamı imtihanlarda boş kağıt vermişlerdi." Ama Erimez'e göre böylesi bir okulda da sevgi ve muhabbet neticesinde meyve alınabilirdi. Nitekim zaman onu haklı çıkardı.
Eksiğini gidermeyi kendine görev bildiği okulların sadece tamirat ve tadilatıyla, masraflarının karşılanmasıyla uğraşmaz; öğrencileri birer evlat gibi görür, üzerlerine titrerdi. Fatih Camii'ni ve avlusunu dolduran onbinlerce genç insanın, onun arkasından döktükleri gözyaşında, mutlaka ki, bir dönem okudukları okulların birinde "Hacı Kemal Ağabeyleri" tarafından ya okşanmış saçlarının, ya da giderilmiş bir eksikliklerinin minnettarlığı akıyordu.
İnsana yapılan yatırımın çok uzun vadeli, fakat çok güçlü neticeler vereceği fikrini her zaman taşıyan Hacı Erimez, yatırım yapılmadığı taktirde 50 sene sonra ülkenin aynı kaoslarla başbaşa kalacağı kaanatindeydi.
Rüyasını eğitimli nesil süslerdi
Kemal Erimez bir eğitimci olmamasına rağmen eğitim ve öğretime niçin önem verdiğini çeşitli vesilelerle dile getirirdi. Ona göre eğitimin en önemli unsuru insandı. İnançlı, bilgili, görgülü, karakter sahibi ve çağının gerçeklerini kavramış gençler yetiştirmek gerekiyordu. 60'lı yıllarda Tunagür Hoca'nın vaazlarını teybe kaydedip nasıl insanlara ulaştırıyorsa, son demlerine kadar da "Hocasının" geniş ufkunun eğitime dair yönlendirmesini insanlara ulaştırmaya çabaladı. Uğur Öztaş ne zaman bu konular gündeme gelse Hacı Kemal Ağabey'in kendisine " Aman hocam, bu çocuklar yarının idarecileri olacaklar. Ülkemize ve insanımıza hizmet edecekler. Çocuklarımıza gözünüz gibi bakın. Onları çok iyi yetiştirmeye gayret edin" dediğini belirtiyor.
Onun insana önem vermesinin ardında kuşkusuz Efendimiz'in insana ve insanın eğitilmesine verdiği önemin etkisi çok büyüktü. Nitekim Peygamber Efendimiz'in büyük bir hassasiyetle yetiştirdiği sahabiler, asırlarca cihan medeniyetine muallimlik yapıp insanlığa ışık götürmüşlerdi. Bunun yanı sıra İkinci Dünya Savaşı'nda her bakımdan büyük bir yıkıma maruz kalan Almanlarla Japonlar da 1015 sene gibi kısa bir zamanda yetiştirdikleri insan gücüyle zenginleşip süper güç olmuşlardı. Kafasında; düşünen, okuyan, araştıran, mukaddesatlara karşı saygılı, kendisi için değil başkaları için yaşayan gençlik profili vardı. Çocukları çok sevdiği için onları her gördüğünde duygulanır, hele bir de başarılarını duyarsa gözleri buğulanır ve sevinçten de ağlanabileceğini gösterirdi. Ona göre insan eğitim ve öğretiminde en önemli öğe yine insan sevgisiydi. Nasıl ki toy bir atın yanına evcil bir atı koyup onun evcilleştirilmesi sağlanıyorsa, insanın da böyle terbiye edilmesi gerektiğine inanan Hacı Abi yetişmiş insanlara büyük önem verirdi. Uzun zaman birlikte idarecilik yapan Uğur Öztaş, Erimez'in şöyle dediğini naklediyor: "Her muallim, her bir terbiyeci; insanları, bilhassa çocukları çok sevmek zorundadır. Öğretmende genel kültür, mesleki bilgi, mesleki sevgi, hoşgörü, adil olma, ciddiyet, disiplin, tevazu, sabır ve affedici olma özellikleri bulunmalıdır. Söz ve fiilleri uygun olmalıdır. Günümüzde pek çok öğretmen bu prensibi ihmal ettiği için gençliğimiz handikapın içindedir."
Hacı Kemal Erimez, eğitimin sadece manevi yönleriyle değil, maddi yönleriyle de mükemmel olmasını arzu eder; çok defa da bu arzusunu gerçekleştirmek için elini cebine atmaktan kaçınmazdı. Onun eğitim hizmeti için ne kadar maddi fedakarlıkta bulunduğunun ölçüsünü kimse tahmin edemiyor. Nitekim Fatih Koleji, FEM Dersaneleri, Yamanlar... bu olayı teyit eden örneklerden sadece bir kaçı. Kemal Ağabey'e göre ideal mektep maddi unsurlarıyla çağımızın insanını tatmin edecek ve ihtiyaçlarına cevap verebilecek seviyede ve çapta olmalıydı. O, okulun maddi yapısını, insan ruhuna ve psikolojisine tesir eden, eğitimi ve öğretimi tamamlayan bir unsur olarak görüyordu.
Mertlik timsali
Ak sakallı, ak saçlı bir küheylan gibi koşturan "Hacı Kemal Ağabey" bir dönem Necip Fazıl'ların çıkarmış olduğu gazeteye de maddi ve manevi yardımda bulunur. 1968 yılında gittikleri hacda Suudi Arabistan'da çıkan İttihat gazetesini Salih Özcan'la birlikte çadır çadır gezerek bizzat dağıtır. İttihat gazetesi o aralar maddi yönden çok sıkışıktır. Zeytinliklerinden elde edilen zeytinlerini satan Hacı Kemal henüz parasını alamamıştır. Salih Özcan kendisine gazetenin içinde bulunduğu zor durumu anlatır. Mertlikte yarışan Erimez, daha henüz eline geçmeyen parasını Salih beye devreder ve böylece gazete zor durumdan kurtulur.
Fethullah Gülen Hocaefendi'yle o kadar güçlü bir gönül bağı tesis etmişti ki Hacı Kemal Erimez, Hocaefendi'nin ufukta gösterdiği hedefin tarifini aldığı anda yerinde duramaz, adeta "ilk ben ulaşacağım" dercesine geceyi gündüze katardı. Türk ve dünya insanına yapılan eğitim ve kültür hizmetlerinde, hep "ilk"lerin altına imza atması bu yüzdendi. Zaman gazetesinin açılışı da böyle bir azmin sonucuydu. Zaman'ın yayınlanması öncesinde ve sonrasında da Hacı Kemal Erimez tıpkı Türkiye insanının eğitimi için yaptığı koşuşturmayı yapar. Zaman gazetesinin merkezinin Ankara'dan İstanbul'a taşınmasında ve özellikle yeni binasının alınıp bugünkü duruma getirilmesinde çok büyük emeği oldu.
Gazetenin kuruluşu sırasında çok büyük sıkıntılar çeken Erimez, hayattayken, şu an Zaman gazetesi genel müdür yardımcısı olan Mehmet Arslan beye o günlerde çektiği sıkıntıları şöyle anlatır. "Gazete tek odalı bir yerde başladı; sobamız yoktu. Küçük bir tüpte hem çay pişirir, hem de ısınırdık. Sonra Allah nasip etti arsa bulduk. İş artık inşaata gelmişti. Şu andaki yedi katlı binanın iki katını yapma planımız vardı. Benim maddi sıkıntım vardı. Kendime göre bir plan yapıp hâli vakti yerinde bir hayır sahibinden çimento almayı planladım. Vereceğinden emindim. Fakat bütün izahlarıma rağmen yardım edemedi. Yıkılmıştım. En büyük ümidim sönmüştü. Ağlayarak çıktım.Yolda ağlayarak yürüyordum, belki yarım saat yürüdüm. Birden karşıma henüz biriki hafta önce tanışmış olduğum biri çıktı. Cadde ortasında ağlayışıma hayret ve hüzünle bakarak: "Niye ağlıyorsun Hacı Abi" dedi. Derdimi ona açmak istemiyordum. Fakat ısrar edince olanları anlattım. Bizim eğitim ve kültür hizmetlerimizi yeni tanıyor olmasına rağmen, gazete binasını kendisinin finanse edeceğini söyledi." Zaman binasının yapımı sırasında Erimez ne vaktini, ne servetini esirger.
Orta Asya'nın kurak çöllerine can verdi
Bundan on yıl önce Orta Asya'nın kıraç topraklarında Türk okulları kurulacak, İstiklal Marşımız okunacak, bayrağımız göndere çekilecek dense kim inanırdı? Komünizm ile inim inim inleyen bu bölgelerde böylesine kısa sürede, böyle bir değişimin yaşanacağını kimse tahmin edemezdi.
Maziden gelen vefa duygusuyla Hacı Abi buralara gitmekte de gecikmedi. Çünkü kendisi ve nesli oralardan gelen esintiyle büyümüştü. O halde üçüncü kuşak olan günümüz Anadolu insanının bu vefaya karşı vefasızlık etmesi düşünülemezdi.
Özlem isteği, istek aksiyonu doğurdu. İnsanlığa hizmetin Hakk'a hizmet olacağını düşünen, en büyük yatırımın insana yapılan yatırım olduğunu söyleyen, insanları eğiterek hallolmaz gibi görünen meselelerin hallolacağına inanan "Hacı Ağabey" her zaman olduğu gibi yine "ilklerden" olacak ve ata yurdundaki sahnede de yerini alacaktı. Orta Asya'da henüz bir Türk okulu dahi yokken gidip oradaki devlet erkanıyla görüşerek okulların açılması için protokoller, anlaşmalar imzalayacak, bu büyük hizmetin ata yurdunda yeşermesine zemin hazırlayacaktı. Çoğu insan, bu beyaz sakallı ihtiyarın niçin Orta Asya steplerinde canhıraş koşturduğunu belki anlamayacaktı. Fakat olsundu, o ne yaptığını biliyordu.
Oralarda Türkiye için gönüllü elçilik yapacak bir neslin temelinin atılmasında Erimez'in, nice Erimezlerin emeğini tarih tabii ki yazacaktı. Gerçi tarih yazsın, kendilerinden bahsetsin diye de yapmıyorlardı bunları.
Hacı Ata
Bir alperen gibi Orta Asya'yı karış karış gezen Hacı Abi bakanlara, bürokratlara açacakları okulları anlatırken kimi zaman hislerine engel olamıyor ve yaşlı gözlerinden akıttığı gözyaşlarıyla onları da ağlatıyordu. O artık ata yurdunun "Hacı Atası" olmuştu. Tacikistan'ın onun hayatında ayrı bir yeri vardır. Tacikistan'daki iç savaşa aldırmaksızın mermilerin arasında korkmadan koşuşturmuş ve Tacikistanlılara altı tane okul açarak bütün finansını da karşılamıştı.
Hacı Abi çevresindekilere, cahilliğin insanlığın başına çok dert açtığını, okuyanla okumayanın bir olmayacağını söylüyor ve yeni neslin teknolojinin son ürünlerinden faydalanarak yetiştirilmesini tavsiye ediyordu. Bu amaçla da Orta Asya'nın steplerinde teknolojinin son harikalarıyla donatılmış modern okullar açtı.
Ektiği tohumun mahsülünü belki göremeyecekti ama yine de Türkiye'nin bir dünya devleti olması için bu çocukların okuması gerektiğine inanıyordu. Tacik Türk Lisesi Genel Müdürü Abdullah Kayacan Hacı Kemal Erimez'in çocuklara karşı ayrı bir sevgisinin olduğunu belirtiyor: '' Hacı Abi Tacikistan'a geldiğinde çocukları arayarak onların sıkıntısı olup olmadığını sorardı. Şefkat onun başlıca özelliğiydi. Çocukları sabırla dinler ve onları kırmamaya çalışırdı. Talebeler onun her şeyiydi. Çocukların Hacı Atası olmuştu."
Tacikistan'daki Türk liselerinde okuyup Boğaziçi'ni kazanmış, okuyup tekrar ülkesine dönecek ve Türkiye'nin ücretsiz lobisini, elçiliğini yapacak olan bir Tacik öğrenci ağlayarak bakın neler anlatıyor: "Hacı Abi'yi ve onun gibileri tanıdıktan sonra hayatımız değişti. Türkiye'ye karşı bakış açımız değişti.Ülkemizde savaş vardı ve bu insanlar bizlere eğitimimizi iyi yapmamız için imkan sağlamışlardı. Hacı Abi ileride Türkiye'nin Orta Asya ile ilişkilerinin daha sağlıklı olması için bizlerin okuması gerektiğini söyler, bu yakınlaşmada da bizlerin çok büyük bir payının olacağını ifade ederdi. Bizler okulumuzdaki başarılı eğitim sayesinde bugün Türkiye'nin en büyük üniversitelerinde okuyoruz.. Hacı Abi bizi çok severdi. Öyle ki, öz çocukları onunla görüşmek için randevu alırken, biz Hacı Abi'yle istediğimiz zaman rahatlıkla görüşebiliyorduk. Hacı Abi Türkiye'de de bizim en büyük destekçimiz oldu.
Tacikistan'daki Türk okullarından mezun olan 25 öğrenci bugün Türkiye'nin çeşitli ünüversitelerinde okumakta olup, Erimezlerin attığı tohumların filizlendiğini gösteriyor.
Hacı Kemal Erimez, Ege deltalarında aradığı kılavuzu, ömrünü yarıladıktan sonra bulmuş, bir daha da bırakmamıştı. "Hocası"nın dile getirdiği bir kanaat için, "Neden şöyle değil de böyle?" dediğine kimse şahit olmamıştı. Fakat şuna şahit olunmuştu ki, son nefesine kadar kırılmayan bir manevi bağla birbirine bağlı olan Hocaefendi ile "Hacı Abi"nin tepkileri, sezişleri bile benzerlik arz eder olmuştu. Sıkıntıyı aynı anda yaşar, farklı mekanlarda da olsalar aynı şeye, aynı anda ağladıkları olurdu. Bu millete ve hayır hizmetlerine sarfedilmiş emeğin, sadakatin, teslimiyetin adeta bir Ebubekir'i olmuştu o. Kendisini iman ve millet hizmetine öylesine adamıştı ki, ailesini, çocuklarını aylarca görmediği oldu. Hocaefendi'yi tanıdıktan sonra, yani 30 küsur yıl, evinde bir gün bile Ramazan iftarı açmadığı söylenir. Onu çocukları ve ailesinden daha iyi tanıyan, gözağrısı talebeleriydi. Üst üste nükseden birçok hastalığa rağmen Orta Asya'ya gidip gelmeye devam etti. Tacikistan'a uçacağı bir gün, rahatsızlığı o kadar arttı ki, bir daha ayağa kalkmamak üzere yattı. Tacikistan'a uçamadı belki ama, onbinlerin omuzunda ebedi âleme kanatlandı, uçtu.
Ama mahşeri hatırlatan kalabalık ve göz pınarlarından dökülen gözyaşları hiç de öyle olmadığının ilk işaretlerini veriyordu. Ölen ne tanınmış bir siyasetçi, ne de çok sevilen bir sanatçıydı. O, hayatını ve tüm varlığını Hakk'ın hizmetine bahşetmiş Aydınlı Hacı Kemal Erimez'di...
Hizmetle dolu bir ömür
Sevenlerinin "Hacı Kemal Ağabeyi" 22 Nisan 1926 yılında Samsun'un Havza ilçesinde dünyaya gelir. Ama, hayatının büyük bir kısmını Ege'de geçirir. Ege Bölgesi'nde geçen hayatının ilk yılları, daha sonraları kök salacak olan hizmetin ilk tohumlarının atıldığı dönemlerdir. Kabına sığmayan bir insan olan Kemal Erimez gençlik yıllarında Ege Bölgesi'nde deve güreşleri tertip eder. Aydınİncirliova'da ilk defa mehter takımını kurar. Sevincinden mehterin ilk gösterisinin yapıldığı gün de mehterin en önünde kendisi yürür. İçinde milletine, yurduna ve dahası inancına olan hizmet aşkıyla kavrulan Hacı Ağabey'i nerede hayır işi varsa orada görmek mümkündür o dönemler.
Erimez, onda eriyeceği bir öğretici, yol gösterici, milletine ve dinine hizmette "tavsiyelerini, hatta imâlarını emir telakki edeceği" birini aramaya ta o zamanlar başlamıştır. İlk zamanlar Konyalı Tahir Büyükkörükçü Hocaefendi ile başlayan münasebetleri, daha sonraları Edirne'den İzmir Kestanepazarı'na tayini çıkan Yaşar Tunagür Hocaefendi ile devam eder. Hâli vakti yerinde olmasına rağmen dünya malına aldırmaksızın Tunagür Hoca ile birlikte hayır işlerine koşturur, bir dediğini iki etmez; Tunagür Hoca'nın vaazlarını yanında hiç eksik etmediği teyibi ile kaydeder; daha sonra onları çoğaltarak civar kasabalara dağıtırdı.
Gözyaşıyla coşmak...
Aydınlı Hacı Kemal zengindi, yedi sülalesine yetecek zeytinlikleri, elmas madeni vardı. Türkiye'nin nabzını ve siyasetini elinde tutan insanlara çok yakındı. Adnan Menderes'i karşılamak için kamyonlara insanları doldurur götürürdü. Başbakan Demirel Aydın'a geldiğinde doğru Hacı Kemal'in evine gider, orada ağırlanırdı. O, çevre insanının isteklerini Ankara'ya taşıyan kişiydi. Kimseye açıklamadı, çünkü kendisinden övgüyle sözedilmesi onu sıkıyordu. Büyük ihtimalle siyasete girmeyi teklif etmişti Demirel ona, evinde misafir kaldığı bir gün.. veya Menderes. Bütün bunları es geçti Hacı Kemal. Kendi taşralı muhayyilesinden hareketle, bu millette eksik olan bir şeylerin bulunduğunu seziyor, adını koyamıyordu. Ta ki, onda çok ama çok şey bulduğu genç Fethullah Gülen'le karşılaşana kadar.. "Hacı Kemal Ağabey" Fethullah Gülen Hocaefendi gibi bir kılavuzun işaretleriyle coştukça coştu. Anadolu karış karış oldu Erimez'in ayaklarının altında. Yanında başka Hacı Kemaller de yok değildi. Yetmedi. "Eğitim, ille eğitim" diyen ve tarihi bir restorasyon için reçeteyi veren "hocasının" gözyaşlarını kendine enerji yapıp bu defa bilmediği, tanımadığı Orta Asya'ya koştu...
İnsanların aydınlatılmasının yolunun eğitimden geçtiğine inanan, fakat bunu gerçekleştirmek için paranın yetmeyeceğini kendi üzerinde tecrübeyle anlayan Erimez'i tabiri caizse ateşleyecek birilerine ihtiyaç vardı. Hayatının büyük bir dilimini beraber geçirdiği Yaşar Tunagür Hoca, "Hacı Kemal Ağabey"deki fedakarlık ve hizmet potansiyelini ilk keşfedenlerdendi. Tunagür Hoca, hizmet etmek isteyen fakat ne yapacağını tam bilemeyen Erimez'e destek verir; bir okul yaptırmak için onu teşvik eder: "Bir gün otururken bir fikrim var dedim. Beni can kulağıyla dinlemeye başladı. Bak dedim, herkesten cami yapmak için, imam hatip okulu açmak için para toplayabilirsin. Ama gel biz bu sefer kolej yapmak için para toplayalım dedim. Hiç zaman kaybetmeden işe koyuldu"
Bu arada Ankara'ya Diyanet İşleri Başkanlığı yardımcılığına tayini çıkan Yaşar Tunagür Hoca Kestanepazarı'ndaki görevini Edirne'de imamlık yapan Fetullah Gülen Hocaefendi'ye devreder. Gerçi Hacı Kemal'in bütün dindarlara, din adamlarına büyük sevgi ve saygısı vardır ama, Edirne'den gelen bu genç çok geniş ufukludur. İmama yakınlığı, kısa zamanda bağlılık halini alır. Fethullah Gülen'den daha yaşlı olmasına rağmen, onun söylediklerini emir bilmeye başlar. Fethullah Gülen Hocaefendi'yle tanıştıktan sonra hayatı tamamen değişen Erimez için kader birliği ettiği "hocasının" yanında son nefesine kadar sürecek bir hizmet koşusu, bir eğitim, aydınlatma maratonu başlayacaktır. O, Hocaefendi'den gelen işaretleri, hatta imaları emir telakki eder; gücü nisbetinde bunları yerine getirmeye çalışırdı. Hocaefendi'nin eğitime karşı olan hassasiyeti Hacı Kemal'de de neşet etmişti.
İlk olarak, bin kişinin bir araya gelip yaptırdığı İzmir Fatih Koleji vücut bulur. Bu okul daha sonra dünyanın en zeki ve şampiyon öğrencilerini yetiştirecek Yamanlar Koleji'ne de temel olacaktır. Yamanlar Koleji'nin açılması için de Hacı Kemal Erimez'in büyük maddi ve manevi emeği geçti.
Fatih'in harcındaki emek
En büyük özelliklerinden biri muhacir olmasıydı. Kader, kendi evine dahi yılın sadece belirli dönemlerinde uğrayan Hacı Ağabey'i, bir dönem çağ açıp çağ kapayan İstanbul fatihinin mekanına getirir. "Hocam" dediği, yanında konuşmaya bile çekindiği Fethullah Gülen Hocaefendi'nin belki laf arasında geçirdiği bir kelimeden, belki bir imadan hareketle İstanbul'a gelir. "Hocası" işaret etmiştir, artık hizmet yeri İstanbul'dur. Başka yolu yoktur bu işin. Takvimler 1982'nin Mart ayını gösterirken, İstanbul'un Fatih semtinde bulunan ve daha sonraları fizik, kimya, biyoloji, matematik dallarında dünya şampiyonları çıkartacak olan Fatih Koleji'nin ilk binası kiralanır. Okulda müdürden başka ne bir idareci, ne bir memur, ne de bir hizmetli mevcuttur. Sınıfların kapıları harap, camları kırık, duvarları çok kirli ve boyasızdır. İşte Hacı Kemal Ağabey böyle bir ortamda bir kaç ay öncesinden kolları sıvar ve büyük bir azim ve kararlılıkla okulu öğretim yılına yetiştirmeye çalışır. O tarihlerde yaşı altmışa dayanmıştır. Ayrıca şekeri, prostatı ve kalbinden rahatsızlığı vardır. Hâlinden de asla şikayetçi olmayan Erimez, günde üç beş saatlik uykuyla yetinerek gece gündüz demeden büyük bir heyecan, aşk ve şevkle, gerektiğinde tamirat ve tadilat işlerinde bizzat çalışarak, kesinlikle yetişmez denilen okulu öğretim yılına yetiştirir. Özel Fatih Erkek Koleji'nin harcına onun alın teri ve gözyaşı karışmıştır.
Büyük gayretleri neticesinde yapılan okulun açılışında gözyaşını tutamayan Hacı Kemal, öğrenciler İstiklal Marşı'nı okurken hıçkırıklara boğulur. O dönem okul müdürlüğü görevini yapan Uğur Öztaş, okulun çok kısa sürede yapılıp öğretime açılmasını akıl almaz bir iş olarak yorumluyor: "Okul o derece ihmal edilmişti ki, 1981/82 döneminde koca okula 15 öğrenci kayıt yaptırmıştı. Biz görevimize başladığımızda okulda 80 civarında öğrenci vardı. Bu öğrencilerin yarıdan fazlası ikmale kalmışlardı. Bir kaçı hariç tamamı imtihanlarda boş kağıt vermişlerdi." Ama Erimez'e göre böylesi bir okulda da sevgi ve muhabbet neticesinde meyve alınabilirdi. Nitekim zaman onu haklı çıkardı.
Eksiğini gidermeyi kendine görev bildiği okulların sadece tamirat ve tadilatıyla, masraflarının karşılanmasıyla uğraşmaz; öğrencileri birer evlat gibi görür, üzerlerine titrerdi. Fatih Camii'ni ve avlusunu dolduran onbinlerce genç insanın, onun arkasından döktükleri gözyaşında, mutlaka ki, bir dönem okudukları okulların birinde "Hacı Kemal Ağabeyleri" tarafından ya okşanmış saçlarının, ya da giderilmiş bir eksikliklerinin minnettarlığı akıyordu.
İnsana yapılan yatırımın çok uzun vadeli, fakat çok güçlü neticeler vereceği fikrini her zaman taşıyan Hacı Erimez, yatırım yapılmadığı taktirde 50 sene sonra ülkenin aynı kaoslarla başbaşa kalacağı kaanatindeydi.
Rüyasını eğitimli nesil süslerdi
Kemal Erimez bir eğitimci olmamasına rağmen eğitim ve öğretime niçin önem verdiğini çeşitli vesilelerle dile getirirdi. Ona göre eğitimin en önemli unsuru insandı. İnançlı, bilgili, görgülü, karakter sahibi ve çağının gerçeklerini kavramış gençler yetiştirmek gerekiyordu. 60'lı yıllarda Tunagür Hoca'nın vaazlarını teybe kaydedip nasıl insanlara ulaştırıyorsa, son demlerine kadar da "Hocasının" geniş ufkunun eğitime dair yönlendirmesini insanlara ulaştırmaya çabaladı. Uğur Öztaş ne zaman bu konular gündeme gelse Hacı Kemal Ağabey'in kendisine " Aman hocam, bu çocuklar yarının idarecileri olacaklar. Ülkemize ve insanımıza hizmet edecekler. Çocuklarımıza gözünüz gibi bakın. Onları çok iyi yetiştirmeye gayret edin" dediğini belirtiyor.
Onun insana önem vermesinin ardında kuşkusuz Efendimiz'in insana ve insanın eğitilmesine verdiği önemin etkisi çok büyüktü. Nitekim Peygamber Efendimiz'in büyük bir hassasiyetle yetiştirdiği sahabiler, asırlarca cihan medeniyetine muallimlik yapıp insanlığa ışık götürmüşlerdi. Bunun yanı sıra İkinci Dünya Savaşı'nda her bakımdan büyük bir yıkıma maruz kalan Almanlarla Japonlar da 1015 sene gibi kısa bir zamanda yetiştirdikleri insan gücüyle zenginleşip süper güç olmuşlardı. Kafasında; düşünen, okuyan, araştıran, mukaddesatlara karşı saygılı, kendisi için değil başkaları için yaşayan gençlik profili vardı. Çocukları çok sevdiği için onları her gördüğünde duygulanır, hele bir de başarılarını duyarsa gözleri buğulanır ve sevinçten de ağlanabileceğini gösterirdi. Ona göre insan eğitim ve öğretiminde en önemli öğe yine insan sevgisiydi. Nasıl ki toy bir atın yanına evcil bir atı koyup onun evcilleştirilmesi sağlanıyorsa, insanın da böyle terbiye edilmesi gerektiğine inanan Hacı Abi yetişmiş insanlara büyük önem verirdi. Uzun zaman birlikte idarecilik yapan Uğur Öztaş, Erimez'in şöyle dediğini naklediyor: "Her muallim, her bir terbiyeci; insanları, bilhassa çocukları çok sevmek zorundadır. Öğretmende genel kültür, mesleki bilgi, mesleki sevgi, hoşgörü, adil olma, ciddiyet, disiplin, tevazu, sabır ve affedici olma özellikleri bulunmalıdır. Söz ve fiilleri uygun olmalıdır. Günümüzde pek çok öğretmen bu prensibi ihmal ettiği için gençliğimiz handikapın içindedir."
Hacı Kemal Erimez, eğitimin sadece manevi yönleriyle değil, maddi yönleriyle de mükemmel olmasını arzu eder; çok defa da bu arzusunu gerçekleştirmek için elini cebine atmaktan kaçınmazdı. Onun eğitim hizmeti için ne kadar maddi fedakarlıkta bulunduğunun ölçüsünü kimse tahmin edemiyor. Nitekim Fatih Koleji, FEM Dersaneleri, Yamanlar... bu olayı teyit eden örneklerden sadece bir kaçı. Kemal Ağabey'e göre ideal mektep maddi unsurlarıyla çağımızın insanını tatmin edecek ve ihtiyaçlarına cevap verebilecek seviyede ve çapta olmalıydı. O, okulun maddi yapısını, insan ruhuna ve psikolojisine tesir eden, eğitimi ve öğretimi tamamlayan bir unsur olarak görüyordu.
Mertlik timsali
Ak sakallı, ak saçlı bir küheylan gibi koşturan "Hacı Kemal Ağabey" bir dönem Necip Fazıl'ların çıkarmış olduğu gazeteye de maddi ve manevi yardımda bulunur. 1968 yılında gittikleri hacda Suudi Arabistan'da çıkan İttihat gazetesini Salih Özcan'la birlikte çadır çadır gezerek bizzat dağıtır. İttihat gazetesi o aralar maddi yönden çok sıkışıktır. Zeytinliklerinden elde edilen zeytinlerini satan Hacı Kemal henüz parasını alamamıştır. Salih Özcan kendisine gazetenin içinde bulunduğu zor durumu anlatır. Mertlikte yarışan Erimez, daha henüz eline geçmeyen parasını Salih beye devreder ve böylece gazete zor durumdan kurtulur.
Fethullah Gülen Hocaefendi'yle o kadar güçlü bir gönül bağı tesis etmişti ki Hacı Kemal Erimez, Hocaefendi'nin ufukta gösterdiği hedefin tarifini aldığı anda yerinde duramaz, adeta "ilk ben ulaşacağım" dercesine geceyi gündüze katardı. Türk ve dünya insanına yapılan eğitim ve kültür hizmetlerinde, hep "ilk"lerin altına imza atması bu yüzdendi. Zaman gazetesinin açılışı da böyle bir azmin sonucuydu. Zaman'ın yayınlanması öncesinde ve sonrasında da Hacı Kemal Erimez tıpkı Türkiye insanının eğitimi için yaptığı koşuşturmayı yapar. Zaman gazetesinin merkezinin Ankara'dan İstanbul'a taşınmasında ve özellikle yeni binasının alınıp bugünkü duruma getirilmesinde çok büyük emeği oldu.
Gazetenin kuruluşu sırasında çok büyük sıkıntılar çeken Erimez, hayattayken, şu an Zaman gazetesi genel müdür yardımcısı olan Mehmet Arslan beye o günlerde çektiği sıkıntıları şöyle anlatır. "Gazete tek odalı bir yerde başladı; sobamız yoktu. Küçük bir tüpte hem çay pişirir, hem de ısınırdık. Sonra Allah nasip etti arsa bulduk. İş artık inşaata gelmişti. Şu andaki yedi katlı binanın iki katını yapma planımız vardı. Benim maddi sıkıntım vardı. Kendime göre bir plan yapıp hâli vakti yerinde bir hayır sahibinden çimento almayı planladım. Vereceğinden emindim. Fakat bütün izahlarıma rağmen yardım edemedi. Yıkılmıştım. En büyük ümidim sönmüştü. Ağlayarak çıktım.Yolda ağlayarak yürüyordum, belki yarım saat yürüdüm. Birden karşıma henüz biriki hafta önce tanışmış olduğum biri çıktı. Cadde ortasında ağlayışıma hayret ve hüzünle bakarak: "Niye ağlıyorsun Hacı Abi" dedi. Derdimi ona açmak istemiyordum. Fakat ısrar edince olanları anlattım. Bizim eğitim ve kültür hizmetlerimizi yeni tanıyor olmasına rağmen, gazete binasını kendisinin finanse edeceğini söyledi." Zaman binasının yapımı sırasında Erimez ne vaktini, ne servetini esirger.
Orta Asya'nın kurak çöllerine can verdi
Bundan on yıl önce Orta Asya'nın kıraç topraklarında Türk okulları kurulacak, İstiklal Marşımız okunacak, bayrağımız göndere çekilecek dense kim inanırdı? Komünizm ile inim inim inleyen bu bölgelerde böylesine kısa sürede, böyle bir değişimin yaşanacağını kimse tahmin edemezdi.
Maziden gelen vefa duygusuyla Hacı Abi buralara gitmekte de gecikmedi. Çünkü kendisi ve nesli oralardan gelen esintiyle büyümüştü. O halde üçüncü kuşak olan günümüz Anadolu insanının bu vefaya karşı vefasızlık etmesi düşünülemezdi.
Özlem isteği, istek aksiyonu doğurdu. İnsanlığa hizmetin Hakk'a hizmet olacağını düşünen, en büyük yatırımın insana yapılan yatırım olduğunu söyleyen, insanları eğiterek hallolmaz gibi görünen meselelerin hallolacağına inanan "Hacı Ağabey" her zaman olduğu gibi yine "ilklerden" olacak ve ata yurdundaki sahnede de yerini alacaktı. Orta Asya'da henüz bir Türk okulu dahi yokken gidip oradaki devlet erkanıyla görüşerek okulların açılması için protokoller, anlaşmalar imzalayacak, bu büyük hizmetin ata yurdunda yeşermesine zemin hazırlayacaktı. Çoğu insan, bu beyaz sakallı ihtiyarın niçin Orta Asya steplerinde canhıraş koşturduğunu belki anlamayacaktı. Fakat olsundu, o ne yaptığını biliyordu.
Oralarda Türkiye için gönüllü elçilik yapacak bir neslin temelinin atılmasında Erimez'in, nice Erimezlerin emeğini tarih tabii ki yazacaktı. Gerçi tarih yazsın, kendilerinden bahsetsin diye de yapmıyorlardı bunları.
Hacı Ata
Bir alperen gibi Orta Asya'yı karış karış gezen Hacı Abi bakanlara, bürokratlara açacakları okulları anlatırken kimi zaman hislerine engel olamıyor ve yaşlı gözlerinden akıttığı gözyaşlarıyla onları da ağlatıyordu. O artık ata yurdunun "Hacı Atası" olmuştu. Tacikistan'ın onun hayatında ayrı bir yeri vardır. Tacikistan'daki iç savaşa aldırmaksızın mermilerin arasında korkmadan koşuşturmuş ve Tacikistanlılara altı tane okul açarak bütün finansını da karşılamıştı.
Hacı Abi çevresindekilere, cahilliğin insanlığın başına çok dert açtığını, okuyanla okumayanın bir olmayacağını söylüyor ve yeni neslin teknolojinin son ürünlerinden faydalanarak yetiştirilmesini tavsiye ediyordu. Bu amaçla da Orta Asya'nın steplerinde teknolojinin son harikalarıyla donatılmış modern okullar açtı.
Ektiği tohumun mahsülünü belki göremeyecekti ama yine de Türkiye'nin bir dünya devleti olması için bu çocukların okuması gerektiğine inanıyordu. Tacik Türk Lisesi Genel Müdürü Abdullah Kayacan Hacı Kemal Erimez'in çocuklara karşı ayrı bir sevgisinin olduğunu belirtiyor: '' Hacı Abi Tacikistan'a geldiğinde çocukları arayarak onların sıkıntısı olup olmadığını sorardı. Şefkat onun başlıca özelliğiydi. Çocukları sabırla dinler ve onları kırmamaya çalışırdı. Talebeler onun her şeyiydi. Çocukların Hacı Atası olmuştu."
Tacikistan'daki Türk liselerinde okuyup Boğaziçi'ni kazanmış, okuyup tekrar ülkesine dönecek ve Türkiye'nin ücretsiz lobisini, elçiliğini yapacak olan bir Tacik öğrenci ağlayarak bakın neler anlatıyor: "Hacı Abi'yi ve onun gibileri tanıdıktan sonra hayatımız değişti. Türkiye'ye karşı bakış açımız değişti.Ülkemizde savaş vardı ve bu insanlar bizlere eğitimimizi iyi yapmamız için imkan sağlamışlardı. Hacı Abi ileride Türkiye'nin Orta Asya ile ilişkilerinin daha sağlıklı olması için bizlerin okuması gerektiğini söyler, bu yakınlaşmada da bizlerin çok büyük bir payının olacağını ifade ederdi. Bizler okulumuzdaki başarılı eğitim sayesinde bugün Türkiye'nin en büyük üniversitelerinde okuyoruz.. Hacı Abi bizi çok severdi. Öyle ki, öz çocukları onunla görüşmek için randevu alırken, biz Hacı Abi'yle istediğimiz zaman rahatlıkla görüşebiliyorduk. Hacı Abi Türkiye'de de bizim en büyük destekçimiz oldu.
Tacikistan'daki Türk okullarından mezun olan 25 öğrenci bugün Türkiye'nin çeşitli ünüversitelerinde okumakta olup, Erimezlerin attığı tohumların filizlendiğini gösteriyor.
Hacı Kemal Erimez, Ege deltalarında aradığı kılavuzu, ömrünü yarıladıktan sonra bulmuş, bir daha da bırakmamıştı. "Hocası"nın dile getirdiği bir kanaat için, "Neden şöyle değil de böyle?" dediğine kimse şahit olmamıştı. Fakat şuna şahit olunmuştu ki, son nefesine kadar kırılmayan bir manevi bağla birbirine bağlı olan Hocaefendi ile "Hacı Abi"nin tepkileri, sezişleri bile benzerlik arz eder olmuştu. Sıkıntıyı aynı anda yaşar, farklı mekanlarda da olsalar aynı şeye, aynı anda ağladıkları olurdu. Bu millete ve hayır hizmetlerine sarfedilmiş emeğin, sadakatin, teslimiyetin adeta bir Ebubekir'i olmuştu o. Kendisini iman ve millet hizmetine öylesine adamıştı ki, ailesini, çocuklarını aylarca görmediği oldu. Hocaefendi'yi tanıdıktan sonra, yani 30 küsur yıl, evinde bir gün bile Ramazan iftarı açmadığı söylenir. Onu çocukları ve ailesinden daha iyi tanıyan, gözağrısı talebeleriydi. Üst üste nükseden birçok hastalığa rağmen Orta Asya'ya gidip gelmeye devam etti. Tacikistan'a uçacağı bir gün, rahatsızlığı o kadar arttı ki, bir daha ayağa kalkmamak üzere yattı. Tacikistan'a uçamadı belki ama, onbinlerin omuzunda ebedi âleme kanatlandı, uçtu.
Yorumlar
Yorum Gönder